Hiç ölümünüzü veya hayattaki son günlerinizin neye benzeyeceğini düşündünüz mü? Hint kökenli ünlü bir cerrah olan yazar, kitabında yaşlılık ve ölüme nasıl yaklaşılması gerektiğiyle ilgili farklı bir bakış açısı getirmiş.
Ölümcül bir kanser hastası için şu iki senaryodan hangisi daha akla yatkın?
Tıbbın tüm imkânlarını kullanarak, yoğun bir kemoterapi ve eziyet dolu günler geçirerek 15 ay yaşamak mı?
Kalan ömrünü minimum acı ve maksimum konforla geçirmeye yönelik bir tedaviyle, 3 ay daha kısa (12 ay) yaşamak mı?
Atul Gawande, ikinci şıkkı da en az ilk seçenek kadar düşünmemiz gerektiğini söylüyor. Gelişen teknoloji ve tıptaki ilerlemeler neticesinde, doğal bir süreç olan yaşlılık ve ölüm artık tıbbî süreçlere dönüştü. Fakat yazarın iddiasına göre, sağlık sektörü bu süreçleri doğru yönetmek için hazırlıklı değil.
The late surgeon Sherwin Nuland, in his classic book How We Die, lamented, “The necessity of nature’s final victory was expected and accepted in generations before our own. Doctors were far more willing to recognize the signs of defeat and far less arrogant about denying them.”
Modern tıbbın sunduğu olanakların bulandırdığı zihinlerimizle ölüm gerçeğini kabullenmekte geç kalıyoruz. Doktorların hastalara önlerindeki seçenekleri anlatırken boş vaatlerde bulunmalarının da etkisi büyük elbette. Zor konuşmaları kimse yapmak istemiyor.

Kaderine Razı Olmak
İstatistiklerle örtüşmeyen biçimde umut dolu tablolar çizilip, imkânsız tedaviler peşinde koşuluyor. Ölüm döşeğindeki hastalar, kalan enerjilerini (ve günlerini) deneysel tedavilerin getirdiği koşuşturmacalar ve fiziksel yıpranma yerine evlerinde sakince geçirebilseler, kendileri ve aileleri çok daha huzurlu bir elvedâ diyebilirler.
Bundan birkaç yüzyıl önce, yaşlılık kaynaklı ölümler çok nâdirdi. İnsanlar çoğunlukla yaşlılığa erişemeden ölürlerdi. Ya hastalıktan, ya da savaştan. İçinde bulunduğumuz durum aslında henüz çok yeni. Bir insanın son günlerini nasıl geçirmesi gerektiğiyle ilgili insancıl bir çözüm bulamadık hâlâ. Her problemi çözebilirmişiz gibi bir yanılsama içindeyiz. Gerçeği görüp, ona uygun bir çözüm getirmeye çalışmıyoruz.
Ölümcül kanser hastaları üzerinde 2008 yılında yapılan bir araştırmada, yoğun bakımda tedavi görenlerin yaşam kalitesinin oldukça kötü etkilendiği anlaşılmış. Sadece bu da değil, hastaların ölümünden altı ay sonra yoğun bakımda onlara destek olan hemşire ve bakıcıların birçoğunda depresyon vb. ruhsal sağlık problemleri görülmüş. Yani mevcut düzen herkese eziyet ediyor, boş yere. Şu hayattaki son günlerinizi yoğun bakımda geçirmektense, yolun sonuna geldiğinizi kabul ederek evinizde sevdiklerinizin yanında ölümü beklemek daha mantıklı değil mi?
Herkes tedavi olup hayata tutunmak ister. Fakat bazı durumlarda bunun mümkün olamayabileceğini unutuyoruz. Çıkış yolu kalmadığını ne kadar erken fark edersek, kalan günlerimizi o kadar iyi değerlendirebiliriz. Vedalaşacağımız, helalleşeceğimiz insanlarla görüşebiliriz. Sevdiğimiz yiyeceklerden biraz daha yiyip, favori filmimizi tekrar izleyebiliriz. İşin kötü tarafı, çıkış yolu kalmadığını bize söylemesi gereken tıp bilimi bu konuda çuvallıyor. Çünkü doktorlara kalırsa, deneyebilecekleri bir başka tedavi veya ameliyat her zaman bulunuyor.
Palyatif Bakım
Palyatif bakım, hastaların konforunu artırmayı ve ağrılarını dindirmeyi hedefler. Bunun yanında, ölümcül hastalık süreçleriyle ilgili onlara telkinlerde bulunur. Ölüm sürecini hastanın kendi önceliklerini de göz önünde bulundurarak en mâkul şekilde yönetmeyi hedefler.

Dördüncü safha akciğer kanseri olan 151 hasta üzerinde yapılan bir araştırmada, hastalara rastgele biçimde iki farklı tedavi süreci uygulanmış. Hastaların yarısı normal kanser tedavisi görmüş. Diğer yarısı ise normal tedaviye ek olarak palyatif bakım da almış. Araştırmada, palyatif bakım alan hastaların kemoterapiyi daha erken sonlandırmaya meyilli oldukları görülmüş. Yani ölümü daha kolay kabul etmiş hastalar. Ve bu onların ömrünü uzatmış! Palyatif bakım gören hastalar %25 daha uzun yaşamışlar ve hayatlarının son günlerinde daha az acı çekmişler.
İlginç Notlar
Genetik faktörlerin insan ömrüne çok az bir etkisi varmış. Ne kadar uzun yaşayacağımızı belirleyen faktörlere genetiğin etkisi sadece %3'müş. Bunun ne kadar az bir etki olduğunu anlamak için şunu düşünün: Boyumuzun uzunluğunu etkileyen en büyük faktör, %90'a kadar varan bir oranla genetiğimizdir.